0 0
Okuma Süresi:3 Dk., 58 Sn.


MALEZYA
İstanbul havaalanından başlayan yolculuğum, 9 saat 20 dakika sonra Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur da son buldu. Otobüs, Tren ve hatta Gemi ile gidiyor olsanız ve yolda; “ben bunaldım, lütfen beni burada indirin, ben başka otobüs ile veya filika ile yoluma devam edeceğim” deme şansınızın olmadığını hatırlayınca, insanı daha bir afakanlar basıyor Çok da uzun sürüyor canım!
(Söyleyeceğim; yetkililer bu mesafeyi biraz daha kısaltsınlar).
Müslüman erkek ve başörtülü kadın polislerin karşıladığı havaalanında hiç yabancılık çekmedim.
Çünkü amirinden temizlik hizmetçisine kadar hepsinin yüzü gülüyor ve hepsi selam veriyordu.
Gezime hoş bir intiba ile başlamıştım.
Malezya; 18.000 den fazla ada devletçiklerinin oluşturduğu 13 eyaletli bir ülke.
Her eyaletin bir sultanı var ve belirli zamanlarda kendi aralarında ülkenin Kral’ını seçiyorlar.
Tabi her ne kadar Krallık varsa da, daha ağır basan idare demokrasidir.
Her eyaletin kendi anayasası ve hükümetleri var.
Dünyanın en önemli boğazlarından birine sahip olan (Malaka) bu ülke, zaman zaman Portekiz, Hollanda, İngiltere ve Japonya tarafından sık sık taciz edilmiş, işgal edilmiş ve nüfuz altına alınmak istenmiştir.
(Bu yüzden birçok Uzakdoğu ülkelerinde olduğu gibi burada da trafik soldan işler.)
Başat dinin İslamiyet’in olduğu bu cennet ülkede sırasıyla Budizm, Hinduizm ve az da olsa Hıristiyanlık dinleri yaşıyor.
28 milyon nüfusun etnik yapısını %55‘i Malaylılar, %25’i Çinliler, %10’u Hintliler ve geriye kalan %10’luk kesimini de diğer farklı gruplar oluşturuyor.
Gerek 18 binden fazla ada devletçiklerinden, gerek farklı dinleri bünyesinde barındırmasından ve gerekse ırk çeşitliliklerinden dolayı öyle bir folklorik zenginlik oluşmuş ki, hepsini anlayıp izlemeye bir ömür yetmeyecektir (bende zaten araştırmaktan vazgeçtim ).
Ülke; Tropikal iklime sahip olduğu için her daim yeşil kalıyor. Yine sahip olduğu bu iklimden dolayı her mevsim bolca sebze ve meyve türlerine ev sahipliği yapıyor.
Resmi dil Malayca ama halkın büyük bir çoğunluğu İngilizce konuşabiliyor.
Ülkenin petrol üretimi de var. Üstelik ihraç edecek kadar da fazla çıkartılıyor.
Malezya ekonomik olarak kendine yeterli ve işsizlik oranı %7’ler de olan zengin bir ülke.
Kralın yeni sarayını gezdim. Atlı askerler tarafından nöbet tutulan giriş kapısından öte geçemiyoruz (Protokolün gözü çıksın ). O kadar şaşaalı bir saray ki, Türkiye’de yeni yapılan Cumhurbaşkanlığı sarayının dedikodusunu yapanlar bu sarayı görseler ne derlerdi merak ediyorum doğrusu!
Malezya’nın ulusal petrol şirketine ait olan “Petronas” kulelerini görmemezlik olmazdı, ben de hem gece hem gündüz bu kuleleri ziyaret ettim. Aslında dünyanın birçok yerinde daha büyük ve azametli kuleler varsa da, bu kulenin mimari tarzı modası hiç geçmeyecek bir stilde yapılmıştı.
Baktığınız zaman Malezya’ya özgü bir ovallik, zenginlik ifadesi olan gümüş parlaklığı, insanlarını ifade eden bir yumuşaklık görüyorsunuz.
Sokaklarında tatlı bir telaşla koşuşturan insanlarla dolu olan başkentte, çok daha fazla iş merkezleri, idare binaları ve ticaret yapılan gökdelenleri vardı.
Her birisinin mimarisi en az diğerleri kadar hoş görünüyordu.
Daha önce gezdiğim ülkelerin içinde “en çok hangisinde yaşamak isterdin?” sorusuna, Balkan devleti olan “Karadağ” derdim, ama artık aynı soruya kesinlikle “Malezya” diyorum!
Evet, ben uçağın daha kapısından iner inmez gülümseyerek beni selamlayan, güvenlik sorunu hiç yaşamadığım, sokaklarında bir çöpe dahi rastlamadığım, hem güler yüzlü ve hem disiplinli olan bu insanların arasında çok rahat yaşayabilirim.
Ayrıca bu ülke bana; bir İslam ülkesinin diğer Ortadoğu, şarklı, garplı, Türkî Cumhuriyetli (ve hatta Türkiye) ülkelerde olduğu gibi değil; Malezya’da ki gibi Tertemiz sokaklarına, saygılı ve sevgili insanlarına, çağdaş ve modern ticaret ve üretim anlayışlarına, iş ahlakı ve disiplin anlayışına, sorunsuz alt ve üst yapılarına sahip olabileceğini gösterdi.
Demek ki bizi gerilere zorlayan, aydınlanamayan, önünü göremeyen saik, asla İSLAMİYET değilmiş.
Demek ki neymiş; bizi ve diğer tüm İslam ülkelerini böylesine saçma bir durumda bırakan kendi başarısızlığımız ve vurdumduymazlığımızmış. Bu da tüm geri kalmış İslam geçinen ülkelere kapak olsun.
Malezya gezisi ideolojik ve sosyolojik olarak o kadar gözümü açtı ki, izninizle tespitlerime devam edeyim; Hatırlarsınız; birkaç yıl önce Türk basınında kendisine “Amiral Gemisi” etiketini vehmeden bir grupta (ki bana göre değil Amiral gemi önderliğini, kılavuz olan Karga kadar faydası olamayacak kadar barbarlardır!)
“Malezya olur muyuz”, “Mahalle baskısı” gibi janjanlı etiketlerle, bilerek, isteyerek, kasten ve olabildiğince art niyetle Türk Kamuoyunu manipüle etmişlerdi.
Uzunca bir süre tartıştırmışlar ve mütedeyyin insanları hem rencide etmişler ve hem de suçluluk duygusu aşılamaya çalışmışlardı.
O röportajı yapanlar, yazanlar, çizenler sıcak kaloriferli ortamlarda veya soğuk klimalı iklimlerde masa başı haber üretenler, asla Malezya’ya gitmemişlerdi ve asla oranın haleti ruhiyesini görmemişlerdi.
Maksat kılçık atmak olsundu ve olduydu da…
Eğer oralara gitselerdi eminim “Aman ne olur! Biz de Malezyalılar gibi olalım! Böyle bir İslami idareye, anlayışa kurban oluruz derlerdi! Çünkü 4 başat dinin, onlarca etnik grubun ve binlerce örf ve ananenin yaşandığı bu ülkede, hoş görünün, karşısındakilere saygılı davranmanın, inanç özgürlüğünün, fikir ve hürriyet anlayışına şahit olurlardı.
Bir taraftan çarşaflı kadın polisler varken diğer taraftan bir karış mini etekli bayanların yan yana çalıştığı insanları görürlerdi.
Aynı şekilde geleneklerin ve modernliğin yan yana olabileceğini de görürlerdi.
Bir tarafta Cami, karşısında Budist tapınağını görürlerdi.
Herkesin dilediği şekilde ibadet ettiğine şahit olurlardı.

Bir cevap yazın