0 0
Okuma Süresi:3 Dk., 2 Sn.


DAĞISTAN
Bir yanı Çeçenistan’a, bir yanı Gürcistan’a, bir yanı Rusya’ya ve bir yanı da Hazar denizine sınır olan Dağıstan yolculuğum başlıyor.
Aslında bana Azerbaycanlı bir dostum, “Erol oralara gitme, biraz asayiş sorunu var, bu günlerde biraz karışık” demişti.
Ben ısrarla gittim ve hak verdim. Çünkü benden birkaç gün önce şehir içinde bombalar patlamış.
Olsun, Allah ayetinde diyor ki; “siz nerede olursanız olun, ölüm sizi bulur!” eh o halde gitmesem de-sığınaklara kapansam da vade bittiyse kaçış yok.
O halde gitmeliydim ve Allaha şükür sağlığım yerinde döndüm ve size yazıyorum
Bir yanı kuzey Kafkaslar olan Dağıstan coğrafyası genelde düzlük bir alana sahip.
Yollarda o kadar çok araç işliyor ki, düz yolda bile zaman zaman ilerlemek oldukça güçleşiyor.
Köylerinden geçerken bazen mola veriyorum, etrafta görenler hemen evlerine buyur ediyorlar ve yemek teklifinde bulunuyorlar.
Kahir ekseriyeti Müslüman olan bu bölgenin halkları gerek başörtüsüyle ve gerekse erkeklerin “fes” takmasıyla daha “dindar” bir profil çiziyorlardı (Çeçenistan’dan daha fazla dindarlardı).
Çeçenistan’dan geçerek gittiğim bu özerk cumhuriyet 32 milleti barındırıyor.
Ruslar özellikle burada kendi halkının çok olması için ayrı çaba göstermiş ve görünen o ki başarmışlar.
Çünkü Ruslar daha fazlaydı.
İlginç bir mozaik vardı.
Tam tesettürlü ve fesli insanların yanında, daha rahat ve daha açık giyinen insanlar da vardı ve yan yana yaşıyorlardı.
Sokakta hiçbir sorun görünmüyordu herkes halinden memnun gibiydi.
Mahaçkale şehri Hazar denizinin kıyısında ve oldukça eski yerleşim yeri olduğu her halinden belliydi.
Otele yerleştikten sonra deniz kenarına indim ve ayaklarımı Hazar denizine soktum (daha önce Adriyatik denizi, Atlantik okyanusu gibi burayı da işaretledim )
Plajda onlarca erkek ve kadınlar vardı hepsi deniz havası alıyordu. Suya girenler-yüzenler…
İlgimi çeken şey ise, mayolu hiçbir kadın yoktu, hepsi elbiseliydi ve girerlerse etekleriyle ayaklarına kadar denize giriyordu (bizim 20-30 yıl önceki dikkat edişimiz gibi…).
Yine bu şehirde de Türkiye’ye ve Türklere oldukça hürmet ve sevgi var.
Bunu adres veya lokanta sorduğumda anlayabiliyordum.
İnsanlar Türk olduğumu öğrenince daha bir gözleri parlıyordu.
Bu arada şunu özellikle belirtmeliyim ki; bir İngiliz, Amerikalı veya Alman başka ülkelere gittiklerinde “dil” sorunu asla yaşamıyorlar. Çünkü özellikle İngilizce dünyada yaygın olarak kullanılıyor.
Eminim bundan gizliden gizliye kıvanç da duyuyorlardır.
Bize yani Türklere gelince; şimdiye dek 30’dan fazla ülkeye gittim ve gördüm ki, her yerde Türk veya Türkçe var.
Örneğin Rusya gümrüklerinde ya bir Azeri ile veya bir Müslüman’la karşılaşıyorsunuz.
Almanya’da gurbetçi bir Türk, Sırbistan’da “merhaba komşi” diyen bir Sırp memur görebilirsiniz.
Irak’ta Türkçe konuşan bir Türkmen, Sibirya’da bir Türk esnafa rastlayabilirsiniz.
Yani kısacası; Türkler ve Türkçe dünyanın her yerinde var. Üstelik İngilizceden ekstra olarak ayrıca samimiyet de içeriyor. Ben buna bizzat giderek-yaşayarak şahit oldum.
Dil eksikliğimden dolayı asla bir işim-eylemim yarım veya eksik kalmadı.
Ne mutlu bizlere ki, mükemmel insanlarımız ve yaygın bir dilimiz var.
Dağıstan’ın başkenti Mahaçkale’yi tüm gün dolaştım. Zaman zaman insanlarla sohbet ettim.
Çeçenistan’da olduğu gibi burada da Rus devletini asla sevmiyorlar.
En küçük bir kıvılcımda kıyametlerin kopacağı onlardan bahsederken anlaşılıyor.
Çeçenistan, Azerbaycan ve Dağıstan’da ilginç bir durum var, o da; Türkiye’ye yani Türklere çok güveniyorlar.
Sovyet sınırında bir Azeri’ye şaka yollu sormuştum; “Ermenistan’a ne zaman savaş açıyorsunuz?” bana oldukça ciddi bir şekilde; “Türkiye ne zaman Ermenilerle savaşın derse o zaman savaşacağız!”
Bu cümle son derece sosyolojik olgular içeriyordu.
Ve bu cümleden ben Türkiye’nin ne denli önemli ve diğer Türki cumhuriyetlere-unsurlara ne kadar çok ağabey görüldüğü anlamını çıkartıyorum.
Ve yine ben, Türkiye’nin yani bizlerin içimizde birbirimizle didişmeden, çok çalışarak, çok üreterek ve çok para kazanarak, dünyanın her yerinde ticaret yaparak, akademik-ilmi-kültürel bilgiler üreterek ve yayarak, gözlerimizin içine bakan diğer İnsanlarımıza-Dindaşlarımıza sahip çıkmak zorunda olduğumuzu acı bir şekilde hatırlamış oluyorum…

Bir cevap yazın