0 0
Okuma Süresi:4 Dk., 45 Sn.


CEZAYİR
Cezayir menekşesini bilirsiniz; mavi renkli ve hoş bir çiçektir. Bu menekşenin çıkış yeri veya adının aldığı ülke burası mı bilmiyorum ama eğer değilse bu ülkeye ait olması için kanun teklifi veriyorum
O menekşeyle söz konusu ülke olan Cezayir’in ortak yanları şunlar; o çiçek mavi, Cezayir evlerinin kapıları ve pencereleri de mavi. O çiçeğin yaprakları yeşil Cezayir şehri de olabildiğince yeşil.
O çiçek nazarlık gibi duruyor, Cezayir şehri de Afrika’nın boynunda inciden gerdanlık gibi duruyor.
Ben Cezayir’e gelirken aklımda şu önyargılar vardı; 1-Cezayir Arap milletindendir, 2-Cezayir klasik şark şehirlerinden birisidir, 3-Cezayir Afrika ülkesidir!
Üçü yargımın da yanlış olduğunu gidince anlamış oldum.
Bir kere Arap değil Berberi’ler. Şark şehirlerinin tam aksine Avrupa kentlerine benziyor. Asla Afrika ülkesi olamaz çünkü farklılıklar çok fazla. “Ada” anlamına gelen “Cezayir” ülkesi olsa olsa İtalya, Fransa, İspanya gibi Akdeniz ülkesi denebilir.
Afrika kıtasında Sudan’dan sonra en büyük coğrafyasına sahip olan bu ülke 5’inci ekonomik güce de sahip.
32 milyon nüfusu var ve %99’u Müslüman.
Büyük bir alanı çöl olan ülkenin daha çok sahillerinde tarım için uygun alanlar var. Muazzam narenciye ve zeytin ağaçları varsa da, yetersiz görünüyor. Belli ki tarıma gereken önem verilmemiş.
Bir anekdot; oralarda gezerken 1900’lerde çekilen bir fotoğrafa rastlamıştım.
Fotoğrafta eski yerleşim yeri olan “Kasbah” (Türkçesi kasaba) daha çok şehrin tarım yapılamayan bir yamacına kurulmuştu. Sahil şeridinde yani düzlük olan yerlerde ise hububat, narenciye, zeytin ağaçları, sebze vb… gibi tarımsal alanlar vardı. Şimdi o yerlerde araç otoparkları, binalar ve türlü işgal materyalleri var.
Demek ki insanoğlu gittikçe akıllanacağına-ilerleyeceğine, daha da alıklaşıyor.
Cezayir’i incelemeye devam ediyoruz,
Mimarisi, 100 yıl sömürgesi olduğu Fransa’nın özelliklerini taşıyor.
Tek fark tüm duvarların beyaz ve tüm camların, kapıların mavi olmasıdır.
Şehir İstanbul ölçülerine uyacak kadar kozmopolitik bir yapıya sahip.
Tam tesettürlü peçe takmış kadınlar da çok fazlaydı, yarı çıplaklar da… Tam sünnete uygun sakal bırakmış ve başında takkesi, sırtında cübbesi olan dindarlar da vardı, kollarında dövme olan ve şortla gezen erkekler de…
Zencisi de oradaydı, Avrupalısı da…
Resmi dil Arapça ve fakat halkın yarıya yakını Fransızca konuşuyor. İşyeri tabelalarının büyük bir kısmı da Fransızca yazıyor. Aslında sömürge oluncaya kadar hep Arapça konuşulurmuş.
Cezayirliler Fransız (Avrupa) kültüründen etkilenmiş olmalılar ki, hayat sabah erken başlıyor ve akşam da erkenden bitiyor. Oysa Şarki ülkelerde hayat hiç durmaz, devamlı canlıdır.
Alt yapıda çok ciddi eksiklikler vardı. Özellikle trafik çok berbattı. Ama ilginçti, o kadar berbat trafikte insanlar sabırsızlanıp kornalara basmıyorlar. Bu kadar sıkışıklığa rağmen şoförler birbirine yol veriyor ve yardımcı oluyor.
Güvenlik önlemlerini had safhada gördüm. Öyle ki caddede bile fotoğraf çekemiyorsunuz.
Yollarda adım başı polis noktası ve adım başı asker ekibi vardı.
Son yıllarda yaşanan Arap Baharlarının etkisi olduğunu zannediyorum.
Bu tür baskılı davranışlardan olsa gerek, gezdiğim sürece hiç turist göremedim.
İklimi ilginçti. Gündüz güneş dik ve oldukça sıcak vuruyor, akşamları ise oldukça serinlik başlıyordu.
Ama iyi tarafı; ne kadar geç yatarsanız yatın sabah çok erken saatte zıpkın gibi ayağa kalkıyorsunuz.
Cezayirliler otobüste, tramvaylarda, metrolarda halen daha büyüklerine ve hamilelere yer veriyorlar.
Üstelik orta yaşlı erkek-kadın bile aynı saygıyı karşısındakine gösteriyor.
Bizimkiler gibi ıslık çalarak başka yöne bakmıyorlar
Şimdi çok ilginç bulduğum şeyi paylaşmak istiyorum; Afrika kıtasında Berberilerin sahip olduğu Cezayir şehrinin tam ortasında devasa bir park var. O kadar muazzam ağaçlar, bitkiler, sarmaşıklar, çiçekler vs… var ki, kendinizi amazon ormanlarında sanırsınız. Üstelik bunu sadece ben sanmıyorum! Koskoca Hollywood bile öyle zannetmiş olsa gerek ki, Tarzan filmini bu parkta çekmiş! Hani bir repliği vardı onların; “Tarzan- Ceyn” işte o film… Her şey doğal ve Afrika’nın balta girmemiş ormanları havasındaydı. Bizim büyük şehirlerden birisinde tüm parkları toplasan o park kadar etmiyor. Buna da ayrıca üzüldüm tabi.
Birkaç Osmanlı eseri vardı, liman karakolu, valilerin konakları gibi… Daha doğrusu Fransa gelmeden önce 176 cami ve Osmanlı eseri olan kentte, şimdilerde kala kala 48 eser-cami kalmış. Fransa, Osmanlı izlerini bilerek isteyerek yok etmiş.
Buna rağmen Cezayirliler halen daha Türkleri çok seviyorlar, her fırsatta bu ülkenin aziz milletine selamlarını gönderdiler.
En çok merak ettiğim şey olan “Özgürlük Anıtı” ziyaretiydi. Gitmeden önce şehir haritası edinmiştim. Ama bir türlü bu anıtı o haritada göremedim.
Oysa ne kadar lüzumsuz ve gereksiz yerler varsa haritada resmi var ve krokilerde de açıkça işaretlenmişti.
Nereden aklıma geldiyse harita yayıncısına baktım, Fransız basımı çıktı. O zaman uyandım işi, bunlar soykırımı kabul etmiyorlar! Neden kabul etmediklerini de birazdan gideceğim anıtın içindeki müzeden anlamıştım.
Çünkü o müzede 1,5 milyon Cezayirlinin katledildiği belgeler vardı. Giyotinler, idam ipleri, işkence aletleri, insan iskeletleri, Cezayirlileri katlederlerken kullandıkları öldürücü silahlar… En önemlisi de kamera kayıtları ve fotoğrafların var olmasıydı. Çünkü aydınlanmanın zirvesi olan 20. Yüzyılda katliam yapılıyordu. O filmlerde canlı yayında garip Cezayirlinin, Fransa’nın kahpe kurşunuyla şehit edildiğine şahit oluyorsunuz.
Daha birkaç on yıl önce yapılmış bu bariz vahşete ses çıkartmayan deccalların, iblislerin, haydutların, Ermeni tehcirinde önderlik yapmaları da çok ilginç!
Daha doğrusu biz aklı evvellere bir mesaj verilmektedir ama anlamamak için direniyoruz.
Ve yine biz babasının Almanya, Anasının da Fransa’nın olduğu Avrupa Birliğine girmek için çaba gösteriyoruz.
Biri sadece Cezayir’de 1,5 milyon insan (diğer Afrika’daki sömürge ülkelerini hiç saymıyorum!), öbürü de (Almanya) Yahudi katletmiş. Haydi bakalım; insanlık hamisi Avrupa birliğine hoş geldiniz!
Cezayir, Osmanlı hâkimiyetinde 300 yıldan fazla kaldı. Bu zaman zarfında onların dil’ine, örf’üne, adet’ine, Din’ine hiçbir zaman müdahale etmemiş. Bu uzun yıllar içinde kimseyi aç açık ve korsanlara karşı korumasız bırakmamış.
Cezayirlileri burnu kanamadan 20.yüzyıla taşımış. Ardından aydınlanmayı (!) bitiren Fransa ölüm kusan makineleriyle buraya el koymuş. Irzını, namusunu, tarihini, dilini, dinini, mimarisini her şeyini ama her şeyini mahvetmiş.
Bunu da birkaç on yıl içinde yapmayı becermiş. Ekstradan da bonus olarak 1,5 milyon insanı katletmiş.
Gidin bir tek Türkçe konuşan Cezayirli bulamazsınız.
Neden? Biz sömürmeye değil, hep korumaya gitmişiz.
Osmanlı olduğum için çok ama çok gurur duyuyorum dostlar…

Bir cevap yazın