0 0
Okuma Süresi:4 Dk., 23 Sn.

KENYA

İlginçtir, şimdiye dek 44 ülke dolaştım. Her ülke de veya giderken uçakta veya kara yolunda hep bir Türk’le karşılaştım.

Kenya’da bunlardan biriydi. Uçakta yanıma bir Türk rastlamıştı. Ya dünyada çok Türk vardı ya da ben çok şanslıydım.

Kenya’dayım.

Başkent Nairobi ‘de indiğim havaalanının adı Jomo Kenyatta idi.

Bu isim İngilizlerden Kenya’nın bağımsızlığını kazanmış bir liderdir.

Yüzölçümü 580 bin metrekare olan Kenya’nın nüfusu 30 milyon civarında.

Resmi dil İngilizce ve Swahili’dir.

Dinleri Hıristiyanlık %80, Müslümanlık %20’dir.

(İngilizler gene İngilizliğini yapıp insanları hem Hıristiyanlaştırmışlar ve hem de resmi dillerini bile İngilizce bırakmışlar.)

Afrika’nın en eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kenya’ya ilk defa Arap tüccarlar gelmiş ve Malindi ile Monbasa şehirlerini kurmuşlar.

Yani Müslümanlar sömürmeyip medeniyet bırakmışlar.

Ağustosta gittiğim halde Kenya kışı yaşıyordu. Unutmuş ve üşümüştüm 🙂

Şehir Afrika anlayışının aksine oldukça moderndi.

Alt-üst yapıları oldukça düzgün, insanlar olabildiğince şıklardı.

Çok hareketli olan başkentin trafik sorunu öyle fazla yoktu. Ama çok canlı bir hayat vardı.

Başkent Nairobi’de mümkün olduğunca gezdim.

Alt-üst yapısının iyiliğini gezerken daha iyi anladım çünkü ziyaret edilesi yerlerin çeşitliliği bunu gösteriyordu.

Örneğin şehrin hemen bitişinde devasa bir doğal park vardı. Bu parkta kafesler içinde onlarca hayvan vardı (hayvanat bahçesi). Ayrıca aynı parkın içinde serbest dolaşan yabani hayat vardı.

Tabi siz arabanın içinde olmanız şartıyla J

Bu alan safari yapılacak bir yerdi. Zürafalar aslanlar ve daha nice hayvanlar kendi doğasında yaşıyorlardı.

1950’lerden kalma tren müzesini gezdim. Burada eski lokomotifler, vagonlar ve tren rayları sergileniyordu. Burası da ilginç bulduğum yerlerden birisiydi.

Ulusal müzelerini gezdim. Burada tarihi kalıntılar ve yöresel eşyalar vardı.

Hemen bitişiğinde yılan parkı vardı ki, halen daha aklıma geldikçe tırsıyorum.

Çünkü renkli-renksiz onlarca yılan camın ardından bana bakıyorlardı.

Pomas Of Kenya diye bir park vardı.

Bu parkta o ülkenin değişik yörelerinden yerleşim maketleri birebir konuşlandırılmıştı.

Hangi kabileye aitse o kabilenin köy maketleri vardı.

Kimi çamurdan, kimi kerpiçten, kimi taştan, kimi ahşaptan ve kimi de saptan-samandan evlerdi.

Ama hepsinin ortak yanı ailenin erkeğinin, hanımlarının, kız çocuklarının ve erkek çocuklarının hatta yaşlı baba ve annenin daireleri (odaları) bile ayrıydı.

Tamamının ortak yanı her ev erkeğinin üç kadınla evli olmasıydı.

Her üç karısının da odalarının bitişiğinde kendilerine ait kilerleri vardı.

Tahıl, kurutulmuş et vb. gibi yiyecekler burada saklanıyordu. Her odanın içinde ranza vardı.

Her odada ayrıca ateş yakmak için ocaklık vardı.

Adamlar bence o zamanlar bile bizden daha gelişmişler.

Çünkü uygun koşullarda ve sağlıklı ortamlarda yaşamayı keşfetmişler.

Oysa biz şimdi apartman dairelerinde iç içe yaşıyoruz. Ayrıca da asla doğal ve sağlıklı olmaması da çabası.

Parlamento binasını dıştan gezdim.

Oldukça güzel bir yapıydı. Demokrasisinin de aynı oranda olmasını dilerim.

Bu ülkenin en büyük camisi olan JAMIA’sını gezdim. Çok hoş ve modern bir yapıydı.

Bir o kadar da tertemiz olan bu caminin içinde güzel Müslümanlar kuran okuyorlardı.

İnsanları tam çözemedim. Daha doğrusu ikiye ayırabilirim.

Birinci bölüm ukala ve sert mizaçlılardı. Bunu fotoğraf çekerken ters ters bakanlar için böyle düşündüm. İkinci bölüm ise gülümseyen ve yardım etmeyi seven insanlar tipiydi. Adres sorduğumda ve bir fotoğrafımı çeker misin dediğimde samimi bir şekilde yardımcı olanlar için düşündüm.

Herkes istisnasız İngilizce konuşuyordu. Renkleri olmasaydı kendimi İngiltere’de hissederdim.

Çünkü bu durum yani İngilizlilik trafiklerine de yansımış. Zira trafik soldan işliyordu.

Hatta havaalanında taksi kiraladım tam biniyorum ki bir baktım direksiyon var.

Yorgunluktan yanlış yere bindim diye düşünerek indim, bir baktım ki doğru yerdeyim.

Sonra anladım ki burada trafik soldaydı.

En çok onlar adına üzüldüğüm şey; ben Müslüman’ım diyen adamların-kadınların adları hep Jozef, Lawrence, Daniel, Sarah, Irına ve bunun gibi isimlerdi.

Bir iki kişiden Hasan, Âmine, İbrahim duydum hepsi o kadar.

Yine onlar adına üzüldüğüm şeylerden birisi de; birkaç Bayan, Hıristiyan elbiseleriyle oturuyorlardı.

Bir müddet onları izledim. Çünkü siyah insanlara Hıristiyanlığı hiç yakıştıramamıştım. Beyaz rahibe elbiseleri o kadar iğreti duruyordu ki, bedenlerinin isyanını duyabiliyordum.

Oysa özellikle siyahî insanlara Müslümanlık ne çok yakışıyordu! Allah hidayet versin…

Buna benzer bir şey de ya bu ülke de ya da başka bir Afrika ülkesinin mahkemelerinde yargıçlar, avukatlar ve savcılar beyaz bonus peruk takıyorlarmış.

Zenci insanların kafasında bembeyaz İngilizvari peruklar…

Özentinin bile bir usulü vardır ama bu kadarını fazla buldum doğrusu…

Çok ilginçtir sokakta sigara içmek zinhar yasak!

Evet, yanlış okumadınız! Sokakta sigara içilmiyor.

Darısı bizim ülkenin başına…

Erkekleri boylu poslu ve kilolu değillerdi. Buna karşın kadınlar ikiye ayrılıyordu.

Birinci bölümde olanlar fit yapıya sahipler, ikinci yapıdakiler ise maşallah ense-kulak ve basenleri oldukça kontrolden çıkmış durumdaydı. İkisinin ortasını göremedim.

Güvenlik sorununun had safhada olduğunu iki gözlemimle iddia edebilirim; havaalanından gelirken camı açmak istedim şoför müdahale etti. Üç santimden fazla açtırmadı.

Çünkü yol boyunca durduğunuzda hırsız camdan elini daldırıp sizi darp edebiliyor-soyabiliyormuş.

İkinci ilgimi çeken asayiş sorunu ise; en küçük bir büfe, bakkal, tuhafiye dükkânı gibi yerlerin girişinde, ellerinde XRAY cihazları olan güvenlik görevlileri vardı. Başkentte istisnasız özel ve resmi yerlerin tamamında bu türden korumalar vardı. Demek ki güvenlik sorunu almış başını gitmişti.

Oysa sokakta sigara içilmemesini sağlayan hükümet-devlet nasıl olur da asayişi sağlayamamıştı?

Bütün bunlara rağmen Kenya benim için çok olumlu bir örnek oluşturdu.

Çünkü ben bu ülkeyi görene kadar Afrika’yı çöl, fakir, derme çatma kulübeler, cahil insanlar, bakımsız caddeler-sokaklar düşünüyordum.

Ama artık Afrika denilince biraz daha düşünmem gerektiğini öğrendim.

Yine Afrika denince Türklerin oralara daha fazla gitmesini, ticaret yapmasını, insanlarıyla kaynaşması gerektiğini öğrendim.

Gönüllü Türklerin onların gerek inanç gerekse örf-adet anlamında asıllarına döndürmesi gerektiğini asla unutmayacağım.

Bir cevap yazın