0 0
Okuma Süresi:5 Dk., 20 Sn.


İSRAİL

İsrail, Filistin ve Kudüs, üçü de küçük bir kara parçasında yer alıyor.
Fakat her üç bölüm-bölge arasında o kadar büyük farklar var ki, her biri için ayrı bir çalışma yapmak zorunda kaldım.
Düşünsenize; bir tarafta Arapça ve Müslümanlık söz konusu, 10 metre ötenizde İbranice ve Musevilik.
Bir taraf zengin insanlar, bakımlı sokaklar ve yemyeşil parklar, 10 metre gerinizde ise bakımsız, köhne, viran, fukaralıkla bezenmiş diğer bir yer. Bir tarafta dünyanın en ölümcül ateşli silahlarına sahip işgalci çeteler (İsrail Polisi ve Askeri), bir tarafta elinde kuş sapan’ı olan, alamadıkları için ağzı süt bile kokmayan çocuklar.

Üç ayrı bölüme İsrail’le başlıyorum;

29.05.14’de gittiğim İsrail Ülkesine Tel Aviv havaalanından giriş yaptık.
(Not; ben bu ülkeyi kesin bir dille reddediyor ve asla tanımıyorum! Her ne kadar dünyanın tiranları benim gibi düşünmüyor olsalar da bu realiteyi asla değiştirmeyecektir!)
Şehre çıktığımda bir an için Avrupa’dan herhangi bir kente geldiğimi zannettim.
Neyse ki İbranice yazıları görünce İsrail’de olduğumu hatırladım.
Son yüz yıla damga vuran İsrail-Filistin-Kudüs üçlüsünü bizzat yerinde görmeye başladım.
Eminim ki dünyanın gündemini son yüzyılda en çok meşgul eden söz konusu insanlar ve mekânlar işte buradaydı.
İsrailliler yaşadıkları yeri mamur etmişler, en küçük toprak parçası bile boş bırakılmayıp hurma-narenciye-sebze vs. gibi şeylerle tarımsal üretime açmışlar.
Bunu öyle bir maharetli yapmışlar ki, çevreyolu kavşaklarında ki boşlukları bile değerlendirmişler.
Tel Aviv’i son derece modern binalarla inşa edilmiş gördüm. Alt ve üst yapıya dair her şey muntazamdı.
Trafik düzenli, sokaklar düzgün ve temiz, tarihi eserleri (Osmanlı eserleri dâhil) korumuşlar-ziyarete açmışlar.
Son derece modern ve gelişmiş vasıtalarla donatılmış olan Metro-tren-otoyol-hava yolu ve deniz ulaşımını verimli ve yaygın olarak kullanıyorlar.
Doğrusu yeni devlet ve bunu oluşturan şehirleri kurmanın avantajlarını iyi kullanmışlar.
Tel Aviv’den Yafa’ya hareket ettim.
Yafa daha çok tatil beldesine benziyordu. Plajlar temiz ve oldukça kalabalıktı.
Caddeler, binalar, alışveriş yerleri renkli ve oldukça hareketlilerdi.
Burada birçok Osmanlı eseri gördüm ve hemen göğsüm kabardı.
Osmanlı saat kulesi, Osmanlı liman karakolu, Osmanlı valilik binası, Sultan Mahmut Camii ve Külliyesi bunlardan birkaçıydı…
Buradan Lût Gölüne gittik. Tabi buraya Lût Gölü, Ölü Deniz, Tuz Gölü diyenler de var.
Ama bizim literatürümüzde burası, Lût Peygamberin kavminin helak olduğu, şehriyle birlikte sularına gömüldüğü göldür.
Dünyanın en alçak yeri olan Lût Gölünün etrafında birkaç saatten fazla durmak gerçekten bir dayanıklılık meselesidir.
Eksi 400 metre rakımda olan bu gölün etrafında sadece turistik birkaç mesken var. Bunun haricinde bir köy-kasaba türünde bir şey göremedim.
Görmek zor çünkü o kadar yüksek sıcak ve nem var ki, dayanılacak gibi değildi.
Yüzmeyi çok istediğim bu göle giremeden ayrıldım.
Ülkeyi gezerken fazlaca ilgimi çeken şeyler de oldu; örneğin o kadar çok bayrak fetişizmi var ki;
Çoğu otomobillerde İsrail bayrağı sallanıyordu.
Devlet olarak ise o kadar çok abartmışlar ki; viyadüklerin bir baştan bir sonuna kadar İsrail bayrağı ile doldurulmuş.
İnşaatların emniyet bariyerlerinin uçlarına dâhi İsrail bayrakları dikilmiş.
Bu kadar çok abartılı bayrak fetişizminden şu olguyu çıkartıyorum; İsraillilerde halen daha kabullenilme sorunu var ve onlar bunun çok daha fazla farkındalar (psikolojide buna “algıda seçicilik” denirken, halk dilinde de, “kuyruk acısı” veya “yarası var gocunuyor” denilmektedir).
Tüm bu çabalar ısrarla görülmek, kabul edilmek için olsa gerek.
Sokaklarda o kadar çok değişik tipte insan var ki, zencisi, sarışını, esmeri, beyazı vs. rengârenkler.
Tek ortak yanları kiminin kafasının üstünde avuç içi kadar olan “Kippa” veya sini büyüklüğünde “Fötr” (Süleyman Demirel) şapka var ve ancak o zaman Musevi olduğu anlaşılıyor.
Değişik renklere sahip olma nedenleri ise; Çin’den, Kanada’dan, Ukrayna’dan, Kenya’dan, Patagonyadan, Muz cumhuriyetlerinden ve daha nice memleketlerden getirilen toplama Yahudilerle devlet kurmuşlar, farklı olmaları da bu yüzden.
Ama bu olamıyor! Toplama milletle devlet olunamıyor!-olunamaz da! Devlet olmayı hiçbir zaman becerememiş (Kısa süren Süleyman krallığı hariç!) bu ırkın ahfadı er ya da geç dağılmaya mahkûmdur.
Sürdürülebilir değildir! Fizik kanunlarına aykırıdır!
Çünkü onların dini almaktan-yapmaktan çok, umut etmeye meyillidir.
Onlar dağınık halde umutla yaşamayı daha çok severler.
Bu yüzden Yahudiler daha çok yaratıcı ve sanatçı olurlar.
Buna örnek vermek gerekirse; Gelecek yıl Kudüs’te… Armageddon savaşı olacak… Mesih gelecek… (Ama bu Mesih Hz. İsa değil başka Mesih olacak (yani illa Yahudi bir Mesih olacak, başka kabul etmiyorlar).

Bir tespit; ilk Yahudi krallığı M.Ö. 1050 Yılında kuruluyor. Sonra bölünüyor ve M.Ö. 720’de Asurlular işgal ediyor ve bunları dağıtıyor.
Sonraki dönemler parçalanmış devletçiklerle devam ediyor ama çok kısa ömürlü oluyor.
En uzun süre (kendi krallıklarından daha fazla!) Roma ve ardından da Osmanlı hâkimiyetinde kalıyorlar.
Sadece Osmanlı egemenliği bile Süleyman Krallığından daha uzun yaşadılar (400 yıl).

İzlenimlere devam edelim,
Anormal düzeyde güvenlik tedbirleri var.
Havaalanından başlayayım; sıraya giriyorsunuz, sonra bir İsrail polisi yaklaşıyor, herhangi birisine gidiyor ve ona; “ sen gel bakalım” diyor.
Sonra ona ne kadar saçma, ne kadar deli zırvası ve ne kadar tuhaf sorular varsa soruyor. Bu soruları istediği kadar uzatma hakkına sahip polisler işlerini bitirince söz konusu insanı bırakıyorlar.
İstemezlerse de birkaç gün, ya da birkaç ay… tutabiliyorlar.
Bu sorulardan birkaçını sizinle paylaşayım;
Soru 1-Valizinizde BOMBA var mı? Soru 2-Valizinizi kim hazırladı? Soru 3-Buraya neden geldiniz?
Vs…
Tam bir psikolojik baskı uyguluyorlar ve siz insanlığınızdan utanır hale geliyorsunuz.
Bu türden güvenlik tedbirleri her yerde ve her türde var.
Bu şartlar altında ben İsrail vatandaşı olsam evimden dışarıya adım atmamaya çalışırım.
Bırakın kontrol edilmeyi o adım başı silahlı çetelerin (polis-asker) görüntüsü bile insanı huzursuz eder.
Müslüman şehirlerinin kasabalarına-köylerine Yahudi yerleşim yerleri kurmuşlar.
İsrail vatandaşları orada hapis gibi duruyor.
Bir yere gidecekse polis eşliğinde veya sahip olduğu yasal silahıyla geziyor.
Bu şehirleri gezerken birkaç İsrail vatandaşı ile konuştuk, bu kadar güvenlik içerisinde kendinizi mutlu ve güvende hissediyor musunuz?
El cevap; asla! Bu kadar güvenlik tedbirlerini görmek bile bizi huzursuz ediyor.
Kaldı ki Filistinliler bir kez ölüyor ama biz bu korkuyla her gün ve her an ölüyoruz.

Gezi boyunca yaptığım bütün bu inceleme ve araştırmalarımdan sonra ortaya şöyle bir öneri çıkıyor;

İsrail bir an önce kendi kendini feshedip, zorlama-toplama-çakma olan devletlerini iptal etmeliler.
Sonra Türkiye’nin şefkatli yüzüne dönmeli ve demeliler ki;
“Ey Osmanlı İmparatorluğunun devamı Türkiye Cumhuriyeti; siz ki bizi 400 yıl boyunca burnumuz dâhi kanamadan idare ettiniz, bize adalet ve özgürlük verdiniz, bize ibadet hakkı, dil hakkı ve inanç hakkı verdiniz.
Bize sokaklarımızda güvenle ve korkusuzca dolaşma ortamı sundunuz, bize beslenmemiz ve yaşamamız için tarımsal olanaklar hazırladınız, ama biz bunun kıymetini bilememişiz.
Biz size büyük bir kötülük (amiyane tabirle Puştluk) yaptık ama bundan pişman olduk.
Lütfen bizi affedin! Bizi tekrar bağrınıza basıp egemenliğiniz altına alın. Tekrar huzur içinde yaşamak istiyoruz”

Bir cevap yazın