Başyazı-Ticaret Kavramı

0 0
Okuma Süresi:3 Dk., 18 Sn.

TİCARET

Globalleşen dünyamızda ulus ilişkilerinin merkezinde hiç kuşkusuz “TİCARET” vardır. İnsanlığın var olduğundan bu yana birçok savaşlar, fütuhat hareketleri, diplomasi ve nüfuz çabalarının yegâne ortak amacı ticarette bir adım daha önde olabilmektir. Her zaman duyduğumuz “Ülkemin çıkarları” söylemi tam olarak ticaret maksatlıdır. İşte bu yüzdendir ki birçok coğrafyada örneğin; İstanbul ve Çanakkale boğazına sahip Türkiye, Cebelitarık boğazı ile Fas, Süveyş kanalı ile Mısır, Babülmendep boğazı ile Yemen, Cibuti ve Etiyopya, Hürmüz boğazı ile İran ve Malaka boğazı ile Endonezya ülkelerinde hep sorunlar vardır. Bu sorunların temelinde ulusların ticari kaygıları olduğundan sürekli dış müdahalelere açık olduğu ortadadır.  (Zira dünya ticari yük taşımacılığının %90 deniz yollarıyla yapılmaktadır.) İşte bu yüzdendir ki aklıselim ülkelerin belirlemesi gereken ilk politika açılımı “TİCARET” üzerinde yoğunlaşmalıdır. “Ticaret” varsa maddi güç vardır. “Ticaret” varsa üretim ve icat vardır. Araştırma vardır. Yenilik vardır. Önderlik ve zirvede olmak vardır. Bunların sonucunda maddi güçlülük ortaya çıkar. Maddi güç varsa mükemmel bir eğitim vardır. Olası düşmanlarınıza karşı modern silahlara sahip Ordunuz vardır. Güçlü ordunuz olduğunda otomatikman ülkelerin düşmanlığı dostluğa dönüşecektir. Maddi güç varsa müreffeh bir ülke insanı vardır. Maddi güç varsa iş-aş vardır. İş ve aş olan bir ülkede anarşi, huzursuzluk, bunalım yoktur. Bugün güneydoğu da yaşanan PKK sorununun en temel nedenlerinden birisi, bölgenin ekonomik olarak geri kalmışlığıdır. “Bir lokma bir hırka” anlayışı artık kapitalist dünyada rağbet görmemektedir. Daha da ileriye gidersek “hümanist” bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Ulusların kabul ettiği ve büyük bir oranda uyguladığı prensipleri bir reailte kabul edip öylece hareket etmek kaçınılmaz olmuştur. Son birkaç yıl içerisinde uluslar arası ölçekte firmalar hantal kaldıklarından, prensiplere uymamak ve realiteyi yakalayamadıklarından iflas ettiğini unutmamak gerekmektedir. (Bunu en iyi özelleştirilmeden önce kamu iktisadi teşebbüslerinin halini hatırlamakla anlayabiliriz!)  Oysa dünya’da paranın, değerlerin ve ticaretin azalması söz konusu değildir. Hatta daha da artarak devam etmektedir. Bir iflasın karşılığında iki yeni firma hayata geçmekte ve başarılı olmaktadır. Bu donelerin ışığından bölgesel olarak hareket edecek olacaksak, öncelikle eski sistem ticareti bırakmak gerekmektedir. Bizim bölgemizde 1960 lı yıllarda irili ufaklı fabrikalar vardı. Kimisi lastik ayakkabı imal eder kimisi iplik makarası hazırlardı. Oysa bugüne geldiğimizde bu fabrikaların yerlerinde sadece yeşil alanlar kalmıştır. Hiç kuşkusuz bunun nedeni sürekli aynı kalıp aynı model bir ayakkabıyı çıkartmak için direnmek olmuştur. Oysa 1950 yılında Almanya’da kurulan PUMA adlı spor ayakkabı fabrikası bugün dünya ölçeğinde bir markadır. Buradaki sorun elbette “PUMA” markasını yapanların Alman olması,  “ÜRER” ayakkabılarını üretenlerin Türk olmasında değildir. Tek sorun çağı yakalayamama, AR-GE ye önem vermeme, teknoloji ile birlikte hareket etmeme ve en nihayetinde pazarlama anlayışının dar kalıplardan çıkamamasından kaynaklanmaktadır. Suni olarak tesadüfen, hatırla, miras kalarak üretim ve ticaret yapanların, kısa süreli düşünenlerin yine aynı hızda yok olmasına sürekli şahit olduk. Ülkemizde ticaretin başarılı alan yakalayamama nedenlerinden birisi de, sürdürülebilir bir anlayışın olmamasıdır. Bizim toplumumuzun en eski firması TEKSİMA tekstil fabrikasıdır ve 1900 de kurulmuştur. Oysa bizim çok daha gerilerimizde olan Avrupa’da en eski firmalardan birisi olan Huqsvarna 1689 da kurulmuş olup halen daha sektöründe liderlerden birisidir. Dünya geneline baktığımızda ise tablo çok daha anlamlıdır. 2006 yılına kadar süren Kongo Gomi adlı bir Japon inşaat firması Milattan sonra 578 yılında kurulmuştur. Şu an en eski firma olup yaşayan firma yine bir Japon otelcilik firmasıdır. Kuruluşu milattan sonra 717 dir. Başarıyı birazda bu sonuçlarda sorgulamak gerekmektedir. Türkiye’de yüz yıllıktan fazla olan firmanın olmadığını göz önüne alırsak ne kadar çok mesafe kat etmemiz gerektiği ortaya çıkacaktır. Hiç kuşkusuz genetik olarak insanımızın “ben merkezci” bir yapısının olması, bir şeyler ortaya koyduğunda erkenden havaya girmesi, parayı bulduğu zaman konsantre ve ileriye dönük düşüncelerinin dumura uğradığı, değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu unutmasıdır.  Başarısızlığın en başında ise ülkesini, insanını ve dinini düşünmediği için maneviyat eksikliği, idealist olamaması, vatanseverliğinin hakkını vermemesi, gelecek nesiller için bir çaba göstermemesidir.  Sonuç olarak yapmamız gereken şey; az veya çok sermaye fark etmeksizin bütün dikkatini iç pazardan çok dış pazara dikmek şartıyla işi ehline vermek, işine konsantre olmak, gündemi-çağı takip etmek, teknolojiye ayak uydurmak, pazarlama için farklı stratejiler üretmek, sürekli güncellenmek, tasarruflu olmak ve reklam vermek ilkeleri ile başlanırsa hiç kuşkusuz başarı ardından koşar adım gelecektir.

Bir cevap yazın